The European Conservative: Almanya seçim sonuçları Avrupa'nın siyasi geleceğini nasıl etkileyecek?
Alman siyasi elitlerinin “Nazi” olarak tanımladığı partiler seçimlerde nasıl zafer kazandı? Avrupa'daki “popülist yükseliş” kıtanın siyasi geleceğini nasıl etkileyecek?
Brüksel merkezli düşünce kuruluşlarından The European Conservative'de, Almanya'da gerçekleşen ve “aşırı sağ” olarak nitelendirilen partilerin zaferi ile sonuçlanan seçimlerin Avrupa kıtasının geneline olası etkilerinin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
Alman siyasi elitlerinin uzun yıllardır “Nazi” olarak tanımladığı partilerin son seçimlerden zafer elde etmesinin ardından Avrupa'nın tamamen “popülizmin korkunç hayaletinin” gölgesine girdiği tespiti yapılan analizde, bu seçim sonuçlarının Avrupa'nın siyasi geleceği üzerinde derin etkiler uyandırıcağı belirtildi.
Analizde ayrıca, bu partilerin yükselişine ve Alman halkının tercihinin nedenlerine dair değerlendirmelere yer verildi.
İşte The European Conservative'de yayınlanan analiz:
Pazar günkü Almanya seçimleri Avrupa siyasetinin gelecekteki muhtemel yönünü gösterdi.
Müesses nizamın eski sağ ve sol partilerinin, giderek büyüyen popülist yaklaşım karşısında yerlerini korumak ve iktidarı elde tutmak için mücadele ettiği belirsiz bir gelecek Avrupa'yı bekliyor.
Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) lideri ve Almanya'nın bir sonraki başbakanı Friedrich Merz, partisinin birinci çıktığı belli olduğu anda kameralar karşısına çıkarak “tarihi” bir zafer ilan etti.
CDU, müttefiki Hıristiyan Sosyal Birliği (CSU) ile birlikte oyların sadece %28,5'ini almasına rağmen %4'lük bir artış gösterdi.
Olaf Scholz liderliğindeki iktidardaki Sosyal Demokrat Parti (SPD) ise oyların %16,4'ünü alarak şimdiye kadarki en kötü sonucunu elde etti.
Asıl tarih yazan olumlu sonuçlar, oy oranını ikiye katlayarak %20,8'e çıkaran sağ popülist parti Alternative für Deutschland'ın (AfD) oldu. Muhalefetteki Sol Parti de oylarını ikiye katlayarak %8,8 gibi mütevazı bir orana ulaştı. Dahası, bu atılım, seçmenlerin farklı bir şeye olan hevesini teyit eden %80'in üzerinde tarihi yüksek katılımlı bir seçimde elde edildi.
Alman siyaseti elitinin yıllarca AfD'ye “Nazi” olarak tanımladı ve bu yeni partiyi izole etmek, sansürlemek ve hatta yasaklamak için elinden geleni yaptı. Yine de 10 milyondan fazla Alman vatandaşının AfD'ye oy vermesini engelleyemedi.
Ulusal-popülist parti medyanın tüm karikatürlerine meydan okuyarak sadece eski komünist doğudaki kalelerinde değil, daha müreffeh batıda da destek kazandı; sadece acı çeken yaşlı Almanlardan değil, daha iyi bir gelecek isteyen gençlerden de oy aldı.
Merz, Scholz ve diğer elitistler AfD'nin seçim başarısına nasıl tepki verdi?
Berlinli elitler için kötü haber şu ki, bu milyonlarca Alman AfD'ye oy vermeyi ABD'li bir teknoloji devi olan Elon Musk istediği için seçmedi.
Asıl mesele; Musk ya da internetteki “dezenformasyon” kampanyaları değil, AB'nin giderek çukura doğru ilerleyen sanayi ve tarım sekörünün yanı sıra Avrupa'nın kendi içerisinde uzlaşma sağlayamayan yönetim kaosuydu.
Hiçbir sert yaklaşım ve Musk'ı suçlama, Alman siyasi merkezinin tarihi krizini gizleyemez.
Birleşmeden sonraki ilk genel seçim olan 1990'da CDU/CSU %44,3 ile kazanmış, SPD ise %37 ile ikinci olmuştu. Şimdi ise Alman siyasetinin ikiz güçleri ancak %44'ü bir araya getirebiliyor.
Daha yakın bir tarihte, 2013'te Angela Merkel'in CDU'su hala %41,5 oy alabiliyordu.
Ancak o seçim, Almanya'nın “küreselci kraliçesinin” sınırlarını çeşitli ülkelerden gelen kitlesel göçe açmasından ve ulusal egemenlikçi bir isyanın önünü açmasından kısa bir süre önceydi.
Almanlar değişim için oy verdi. Ancak iki eski partinin bir başka 'Büyük Koalisyonu' aracılığıyla büyük olasılıkla aynısından daha fazlasını elde edecekler.
CDU-SPD koalisyonu, muhtemelen Yeşiller'in de katılımıyla, kimsenin bilerek oy vermediği bir hükümet haline dönüşecek.
Avrupa'nın geleceği
Almanya'da ve genel olarak Avrupa'da Siyasi ve medya elitleri popülizmi kirli bir kelime haline getirmeye çalışıyor.
Ancak aslında bu popülist yükseliş, canına tak eden halkın demokratik bir isyanı olarak ortaya çıktı ve Avrupa siyasetini yeniden şekillendiriyor.
Hatta bu gelişme potansiyel olarak, ulusal demokratik devrimlerin Macaristan'da serfliğin kaldırılması gibi büyük değişiklikler getirdiği 1848'de Avrupa'nın “Halk Baharı” ya da “Ulusların Baharı” ile aynı seviyede.
Hor görülen AfD'nin seçim başarısı, “popülizmin korkunç hayaletinin” bugün AB elitlerine giderek daha da güçlü bir şekilde musallat olduğunu ve Avrupa'nın geneline daha hızlı bir şekilde yayılacağını gösteriyor.