Aspen Institute: Türkiye'nin hamleleri İsrail'de neden alarm zilleri çaldırıyor?
İsrail, Türkiye'yi bölgesel hakimiyetine potansiyel bir meydan okuyucu olarak görüyor! Suriye'deki gelişmelerin ardından İsrail müesses nizamında neden alarm zilleri çalıyor?
İtalya merkezli düşünce kuruluşlarından Aspen Institute'de, Türkiye'nin başta Suriye'deki hamleleri başta olmak üzere bölgesel politikalarının etkisinin ve İsrail'in bu konudaki tepkilerinin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
Türkiye'nin, daha etkin bir güç dengesi elde etmek için Suriye'deki Esed yönetiminin devrilmesinde etkin rol oynadığına dikkat çekilen analizde, bu hamlesi ile Suriye'de bulunan PKK ve SDG gibi terörist grupları ortadan kaldırma hedefine daha da yaklaştığı tespiti yapıldı.
Analizde ayrıca; Türkiye'nin Suriye başta olmak üzere bölgesel olarak etkisini artırmasının İsrail'in yayılmacı hedefleri üzerinde etkisini artırabileceği ve bu nedenle İsrail'in böyle bir senaryoyu İran nükleer bombasından daha tehlikeli görmeye başladığı tespiti yapıldı.
İşte Aspen Institute'de yayınlanan analiz:
Uluslararası toplum son dönemde İsrail'in bir dizi askeri saldırıyla bölgesel haritayı yeniden şekillendirme çabalarına odaklanırken, Türkiye fırsatları değerlendirmek için sessizce pozisyon aldı.
Özellikle Türkiye, sınırları boyunca daha elverişli bir güç dengesi elde etmek için Suriye'deki Esed yönetiminin devrilmesinde etkin rol oynadı.
Türkiye başlangıçtan itibaren Suriye'de Esed'e karşı ana muhalefet olarak Suriye Ulusal Ordusu'nu destekledi, HTŞ'nin Türkiye'nin çıkarlarına karşı ilk başlardaki muhalefetine rağmen onlar da nihayetinde tutumunu değiştirdi ve duruşunu, Türkiye'nin Suriye'deki çıkarlarına daha yakın olan bir gündeme kaydırdı.
Hatta sadece Suriye Ulusal Ordusu ve HTŞ'nin değil, Afrin, Tel Abyad ve Rasulayn gibi bölgeleri ele geçimesinden bu yana Suriye'de askeri varlığını sürdüren ve çok sayıda askeri karakol ve yerel yönetim yapısı kuran Türkiye, ülke içerisindeki tüm grupların yönelimini yakından izledi.
Türkiye'nin nihai hedefi
Türkiye'nin bu gruplara verdiği destek ve Suriye'ye daha derin bir şekilde müdahil olması stratejik bir hedefe odaklanmıştı. Bu da; terör örgütü olarak gördüğü YPG liderliğindeki SDG'ye karşı koymak ve Şam'da potansiyel olarak Türkiye yanlısı bir hükümet kurmaktı.
Türkiye, YPG'nin ideolojik ve stratejik bağlar paylaştığı PKK ile 1984'ten beri süregelen bir çatışma içinde. Uzun süredir devam eden bu çatışma 2015 yılında başarısızlıkla sonuçlanan barış görüşmelerinin ardından tırmanmış ve Türkiye'nin hem Türkiye hem de Irak'taki gruplara karşı askeri operasyonlarını artırmasına neden olmuştu.
Zira; Suriye'nin güney sınırındaki grupların varlığı Türkiye için önemli bir askeri ve varoluşsal tehdit olarak görülüyor.
Sonuç olarak Türkiye, SDG'nin etkisini sınırlandırmaya veya ortadan kaldırmaya yardımcı olması halinde muhalif gruplara yardım, eğitim ve yeniden inşa yardımı da dahil olmak üzere önemli ölçüde destek sundu ve bundan sonra da sunmaya istekli görünüyor.
Türkiye'nin uzun vadeli hedefi Suriye'nin parçalanması değil, daha ziyade güçlü ve birleşik bir Suriye devletinin yeniden kurulması oldu. Bu yaklaşım Türkiye'nin daha geniş kapsamlı bölgesel istikrar stratejisiyle de uyumlu.
Bölgesel dengeler
Son dönemdeki başarısızlıklarına rağmen önemli bir bölgesel oyuncu olan İran, Orta Doğu'yu yeniden şekillendirmeye yönelik revizyonist çabalara çok fazla yatırım yaptı.
Türkiye ve İran arasında son yıllarda artan ekonomik işbirliğine rağmen, iki ülke jeopolitik konularda, özellikle de Suriye ve Ermenistan-Azerbaycan ihtilafında anlaşmazlık yaşadı.
İran, Türkiye'nin Suriye'de artan müdahalesine karşı çıktı ve yabancı güçlerin çekilmesi çağrısında bulundu. Ayrıca Ankara, İran'ın nükleer programını bölge için istikrarı bozucu bir tehdit olarak algıladığını ve nükleer silahlanma yarışını tetikleyebileceğini belirtti.
Bu gerilimlere rağmen Türkiye, Tahran ile yüzleşme ve “maksimum baskı” yerine çok taraflı diplomasiyi savunarak istikrar sağlayıcı bir güç olarak hareket etmeye çalıştı ve bu stratejisinde de büyük ölçüde başarılı oldu.
İleriye doğru bakıldığında, Türkiye'nin gelişen Suriye ve Orta Doğu ortamında İsrail ile etkileşimi de izlenmesi gereken kilit bir ilişki olarak görülebilir.
Bazı İsrailli yetkililer genel olarak Türkiye'nin bölgede artan etkisine dair endişelerini dile getirirken, İsrail başbakanlığınca, güvenlikle ilgili tavsiyeleri formüle etmek üzere kurulan ve eski Ulusal Güvenlik Konseyi başkanı Yaakov Nagel tarafından yönetilen özel bir Güvenlik Komisyonu, şaşırtıcı bir şekilde 2025 yılında Türkiye ile çatışma potansiyeline dair güçlü bir uyarıda bulundu.
Komisyon raporu; Türkiye'yi İsrail'in siyasi ve askeri bölgesel hakimiyetine potansiyel bir meydan okuyucu olarak gördüğünü belirtti.
Ancak genel anlamda gerçek çok daha karmaşık.
Görünen o ki; Türkiye'nin İsrail'in Gazze'deki eylemlerini yüksek sesle eleştirmesi ve küresel pazarda gelişmiş askeri teçhizat satışında İsrail ile rekabet eder gelmesi ve son olarak Suriye'de artan etkisi İsrail için uzun vadede potansiyel tehlike olarak algılandı.
İsrail müesses nizamında neden alarm zilleri çalıyor?
İlk olarak; Türkiye'nin bölgedeki eylemleri İsrail'in yayılmacı emellerini baltalayabilir ve potansiyel olarak daha güçlü ve daha bağımsız bir Suriye'nin yeniden inşasına katkıda bulunabilir.
İkinci olarak ise bu durum, Filistinliler üzerinde de etki sağlayabilir ve diasporada yeni bir cephe açarak yenilenmiş bir Filistin yanlısı duyguları teşvik edebilir.
Sonuçta, İsrail'in İran'ın nükleer bombasından bile daha fazla korktuğu bir senaryo ortaya çıkabilir.