Atlantic Council: “Avrupa projesi” çöküyor mu?

Küresel dengeler yeniden şekillenirken, ABD kendi yarattığı sistemin “yıkıcı gücü” olarak hareket ediyor.  İstikrarsızlık, ekonomi ve güvenlik krizleri ile boğuşan “Avrupa projesi” çöküyor mu?

1. resim

ABD'nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Atlantic Council'de, Trump'ın yeniden başkan seçilmesinin ardından başta Ukrayna stratejisinin değişmesi olmak üzere aldığı kararların Avrupa'ya etkisininin ve birliğin geleceğinin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.

Kendi iç sorunları içerisinde sıkışıp kalan Avrupa'nın, Ukrayna'daki savaş, Orta Doğu'daki kargaşa, Çin'in baskısı ve küresel düzenin aşınması gibi artan zorlukların ortasında büyük bir varoluşsal sıkıntı yaşadığı belirtilen analizde, ABD'nin de artık kendi yarattığı sistemin “yıkıcı gücü” olarak hareket ettiği tespiti yapıldı.

Analizde ayrıca; dünyada ortaya çıkan yeni gerçekliğin Avrupa projesinin geleceğini giderek daha da karanlık hale getirdiği tespiti yapıldı.

İşte Atlantic Council'de yayınlanan analiz:

Soğuk Savaş'tan bu yana transatlantik ittifakı için güvenlik ve savunma kararlarının alındığı en önemli kurullardan birisi olan Münih Güvenlik Konferansı'na bu ay büyük bir belirsizlik damgasını vurdu.

Kendi iç sorunları içerisinde sıkışıp kalan Avrupa, Ukrayna'daki savaş, Orta Doğu'daki kargaşa, Çin'in baskısı ve küresel düzenin aşınması gibi artan zorlukların ortasında büyük bir varoluşsal sıkıntı yaşıyor.

Avrupa bocalıyor ve Avrupa'nın şu anda karşı karşıya olduğu savaşlar ve krizler ağının altında temel bir soru yatıyor.

Batı'dan geriye ne kaldı?

Soğuk Savaş'ın sonunda, “Batı ve diğerleri” fikri küresel dinamikleri anlamak için hakim çerçeve haline geldi. Ancak bugün bu ikilik ortadan kalkmış durumda.

Bu çözülmeye pek çok güç katkıda bulundu. Ancak son olarak dünya sahnesine giren bir figür bu kırılmanın artık tam olarak merkezinde duruyor ve bu figür şüphesiz ABD Başkanı Donald Trump.

Trump, ilk döneminde böyle bir değişimin sadece ipuçlarını verdikten sonra, şimdi ortak bir misyona sahip jeopolitik bir blok olarak Batı kavramıyla bağlarını koparmaya yönelik adımlar attı.

Uluslararası ilişkilere işlemsel bakışı NATO'yu ABD'nin acil çıkarlarının ve mali dengelerinin sadece bir yöneticisine indirgedi ve ABD artık kendi yarattığı sistemin “yıkıcı gücü” olarak hareket ediyor.

Washington adeta, Madeleine Albright'ın ifadesiyle “vazgeçilmez ulus” olma kavramına sırtını döndü.

Avrupa için sorun artık; Washington'un stratejisine nasıl uyum sağlayacağı değil, Batı'dan geriye kalanları, yani haklar ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü, kurumlar ve çok taraflılık temelini nasıl anlamlandıracağıdır.

Avrupa'nın geleceği

Temmuz 1945'in yankıları Avrupa'da yeniden hortlamış durumda. Almanya yenilmiş ve Pasifik'teki savaş hala devam ederken, ABD ve Sovyetler Birliği Soğuk Savaş'ın temellerini atmışlardı.

Daha sonra Varşova Paktı'nın kurulması, Moskova ve Washington'un birbirleriyle doğrudan karşı karşıya gelmek yerine fiili bir denge kurduğu bu müzakerenin doruk noktasıydı. Harap olmuş ve bölünmüş Avrupa, sadece diğer aktörlerin taşları hareket ettirdiği bir satranç tahtasına indirgenmişti.

Bugün benzer bir durum yaşanıyor ve Avrupa projesi artık devam ettirilmek konusunda zorlanıyor.

Bu durum şüphesiz, Avrupa'nın aşırı karanlıkla ilk karşılaşması değil. Ağustos 1941'de İngiltere Başbakanı Winston Churchill, askeri beklentilerin korkunç olduğu bir dönemde Atlantik'i geçti ve İngiltere, kıtaya hakim olan Nazi Almanya'sına karşı adeta tek başına durdu.

Bu olaydan iki aydan kısa bir süre önce Almanya Sovyetler Birliği'ni işgal etmişti. Tarihinin en belirgin izolasyonist evrelerinden birini yaşayan Amerikan halkı savaşla hiçbir ilgisi olmasını istemiyordu. Yine de Newfoundland açıklarında, iki donanma gemisinde Churchill ve ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt Atlantik Antlaşması'nı imzalayarak yankı uyandıran bir güven mesajı verdi. Daha da önemlisi, gelecek dünyanın vizyonunun taslağını çizdi.

Bugünkü durumla paralellik çarpıcı. Avrupa bir kez daha kendini kritik bir anda bulmuş durumda. Ancak bu defa Avrupa'da sorumluluk alabilecek olan Churchill gibi bir isim yok.

Avrupa Birliği teknokrasi ile siyasi iktidarsızlık arasında bocalıyor. Ukrayna'daki savaş liderliğini test etti ve sonuç iyi olmadı. Rusya'ya yönelik yaptırımların yanı sıra askeri destek ve Kiev'e destek konusunda birlik sağlandı ancak, geleceğe yönelik bir vizyon eksikliği her yönüyle ortaya çıktı.

Avrupa ne yapacak?

Münih Güvenlik Konferansı da dahil olmak üzere Avrupa bu soruya hiçbir cevap bulamıyor.

Avrupa'daki liderlerin ve yetkililerin konuşmaları, yaklaşan tehditlere ilişkin uyarılarla dolu. Ancak çözümlerden yoksun. Daha fazla savunma, daha fazla entegrasyon, daha fazla stratejik özerklikten bahsediliyor ama bu sözlerin somut bir projeye karşılık geldiğine dair bir inanç yok.

Avrupa tıpkı 1941'de olduğu gibi, varoluşşsal ve karanlık bir an yaşıyor.

Eğer yeni bir Churchill ortaya çıkmayacaksa, Avrupa'nın hayatta kalması için ABD'nin olmadığı yeni bir birlik için hızlı bir şekilde birlikte hareket etmekten başka çaresi olmadığı görülüyor.

Tartışma