Gulf State Analytics: Trump'ın “ilk 100 gün” dış politika adımları ne olacak?
Grönland, Panama, Kanada, Ukrayna, Rusya, Çin, İsrail. Trump'ın “ilk 100 gün” dış politika adımları ne olacak?
ABD merkezli yayın organlarından Gulf State Analytics'de, Trump'ın göreve başladıktan sonra ilk 100 gündeki olası dış politika hamlelerinin değerlendirildiği bir analiz yayınlandı.
Ulusal güvenlik ekibinin de dahil olmak üzere seçim propaganda dönemindeki söylemlerinin, Trump'ın yeni döneminde “şahin” olarak nitelendirilecek bir politika uygulanacağını gösterdiği tespiti yapılan analizde, Trump'ın ilk dönemine de atıfta bulunurak olası hamleleri değerlendirildi.
Analizde ayrıca; Trump'ın yeni döneminde Rusya, Çin, Ortadoğu ve ABD kıtası çevresinde izleyeceği dış politika adımlarına dair öngörülerde bulunuldu.
İşte Gulf State Analytics'de yayınlanan analiz:
Donald Trump'ın 20 Ocak 2025'te Beyaz Saray'a dönüşü, ABD dış politikası için önemli bir “altüst oluş dönemini” ve diplomasinin yürütülme biçiminde bir değişimi başlatacak.
Nitekim Trump'ın tercih ettiği tarz, Gazze'de sallantılı da olsa bir ateşkes anlaşması yapılmasına yardımcı olmuş gibi görünüyor.
Ancak analistler, Trump'ın 7 Ocak'ta rehinelerin kısa sürede serbest bırakılmaması halinde “kıyametin kopacağı” yönündeki sert yorumlarının aslında İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu'ya bir an önce bir şeyler yapması için bir tehdit olduğunu düşünüyor. Bu da İsrail hükümetini bir anlaşma yapmaya zorladı.
Trump bu yıpratıcı ve tehditvari üslubunu aslında ilk döneminde de kullandı. Grönland'ı satın alma, Kanada'yı ilhak etme ve Panama Kanalı'nın kontrolünü yeniden ele geçirme yönündeki son tehditleri de bunun tekrarlanacağını gösteriyor.
Ancak bu durum özellikle ABD'nin geleneksel müttefikleri için iyiye işaret olmayabilir.
Trump'ın yakın destekçilerinden biri olan Elon Musk da, benzer bir yaklaşımla İngiltere ve Almanya'daki hükümetleri değiştirme girişimlerini açıkca dile getiriyor.
Buna Ukrayna'daki savaşı sona erdirmek için Rusya ile vaat edilen bir anlaşmayı, İran'a karşı maksimum baskı kampanyasının yenilenmesini ve Çin ile çatışmanın iki katına çıkarılmasını eklediğinizde, Trump yönetiminin politikasının küresel düzeni “altüst” edecek bir dönem olduğu görülüyor.
Neler yaşanacak?
Özellikle üç husus öne çıkıyor ve Trump dış politika doktrininin neye benzeyebileceğine dair erken bir işaret veriyor.
Birincisi Batı yarımküreye odaklanması. Trump'ın buradaki odağı aynı anda hem Amerika kıtasındaki ilişkilerde ABD'nin hakimiyetini sağlamak hem de algılanan stratejik zayıflıkları ortadan kaldırmak gibi görünüyor.
Grönland, Kanada ve Panama Kanalı manşetleri domine ederken, Trump'ın dışişleri bakanı olarak seçtiği Marco Rubio'nun şahin yaklaşımıyla bilinen Küba, Nikaragua ve Venezuela ile ABD ilişkileri üzerinde de etkileri var.
Trump, Çin'in Panama Kanalı'ndaki rolünü yanlış bir şekilde abartıyor olabilir ancak Pekin'in Latin Amerika'daki ayak izini arttırdığı tartışılmaz. Peru'da Çin tarafından finanse edilen bir liman da ABD'nin güvenlik endişelerini arttırdı.
Meksika'daki Çin yatırımları ABD pazarına açılan önemli bir arka kapı yarattı ve Meksika'nın şu anda ABD'nin en büyük ticaret ortağı olmasına katkıda bulundu. 2024 yılında Meksika'nın ABD'ye yaptığı mal ihracatı, Çin'in 401 milyar dolarına kıyasla 467 milyar doların biraz altında kalmıştır.
Trump'ın tehditkar söylem, gümrük vergileri ve siyasi baskının bir karışımını kullanarak Batı yarımküredeki baskıyı arttırması muhtemeldir.
Yeni yönetimin konuyu ne kadar ciddiye aldığının erken bir göstergesi olarak, Kongre'deki müttefikleri Temsilciler Meclisi'ne “Grönland'ın ABD tarafından satın alınmasını güvence altına almak üzere Danimarka ile müzakerelere girmesi için Başkan'a yetki verilmesini” öngören bir yasa tasarısı sundu bile
Trump'ın ortaya çıkan dış politika doktrininin ikinci özelliği, yönetimin ikincil öneme sahip olduğunu düşündüğü bölgelerdeki ABD müdahalesinin azaltılmasıdır. Bu bağlamda iki ana alan Avrupa ve Orta Doğu'dur.
Ukrayna savaşı
Trump'ın Ukrayna'daki savaşı sona erdirmek için Rusya ile yapmayı vaat ettiği anlaşma, Çin'e odaklanmak ve Rusya ile Çin'i “birleştirmek” için ABD kaynaklarını serbest bırakma stratejisinin önemli bir bileşenidir.
Ancak eş zamanlı olarak NATO'daki ABD müttefiklerinin savunma harcamalarını arttırmaları konusundaki ısrarı, yeni yönetimin transatlantik güvenliğe değer vermeye devam ettiğinin bir göstergesidir.
Trump bunun bedelini en çok ödeyen taraf olmak istemiyor.
Trump'ın haklı olduğu bir nokta var. Washington şu anda tüm NATO harcamalarının %68'ini üstlenirken, Avrupalı üyeler bu oranın sadece %28'ini karşılıyor.
Trump'ın Orta Doğu'ya yaklaşımı da yine benzer bir yaklaşım sergiliyor.
Trump, İsrail ile Hamas arasında İsrailli rehinelerin serbest bırakılmasını kolaylaştıracak bir ateşkesin sağlanmasıyla birlikte, ilk döneminde yapmak istediği şekilde, İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi için baskı yapmayı planlıyor.
Ancak Trump'ın bu hedefi yüksek olasılıkla İsrail'in bir Filistin devletine onay vermesine bağlı olacak.
Bu da İran'ı kontrol altına alma yükünü ABD'nin bölgedeki müttefiklerinden oluşan muhtemelen daha etkili ve yetenekli bir koalisyona devredecek ve Washington'un Tahran'a karşı maksimum baskı kampanyasına devam etmesine olanak sağlayacak.
Çin için sırada ne var?
Trump'ın Batı yarımküreye ve Washington'un Avrupa ve Orta Doğu ile gelecekteki ilişkilerine yaklaşımı oldukça net olsa da, Çin stratejisi hakkında çok sayıda soru işareti var.
Trump'ın ulusal güvenlik ekibi, Çin'de önemli ticari çıkarları olan Musk hariç, Pekin konusunda genellikle şahin olarak görülüyor.
Trump'ın Çin'in Panama Kanalı'nı kontrol ettiği iddiası, ABD'nin stratejik su yolu üzerindeki kontrolünü yeniden sağlamaya çalışmasının gerekçelerinden biri. Ancak aynı zamanda Çin Devlet Başkanı Xi Jinping'in Ukrayna anlaşmasına yardımcı olabileceğinden bahsetti ve hatta onu yemin törenine davet etti.
Trump Çin ile bir anlaşmaya açık olabilir ve Çin de buna ilgi duyduğunun sinyallerini verdi. Xi yemin törenine katılmayacak olsa da başkan yardımcısı Han Zheng katılacak.
Trump ve Xi, 2020'de yaptıkları anlaşma tırmanan ticaret savaşını durdurmaktan başka bir işe yaramamış olsa da, anlaşma yapma konusunda geçmişe dayanan bir deneyime sahipler.
Bu anlaşmanın müzakere edilmesi iki yıl sürmüş ve Trump'ın ilk döneminin başlarında uygulamaya koyduğu gümrük vergilerinin birçoğu, bazı durumlarda daha düşük oranlarda da olsa, yürürlükte kalmıştı.
Şimdi de benzer bir durum yaşanabilir.
Trump bir yandan Çin mallarına daha yüksek gümrük vergileri getirme yönündeki kampanya vaatlerinden birini yerine getirirken diğer yandan Pekin ile yeni bir anlaşma için müzakerelere başlayabilir.
Büyük olasılıkla bu Trump'ın başkan olarak son dönemi olacak. En azından önümüzdeki iki yıl boyunca hem Senato hem de Temsilciler Meclisi Trump'ın kontrolünde olacak.
Verdiği sözleri yerine getirmek için her türlü teşvike sahip ve çok az kısıtlamayla karşı karşıya. Kendisini bir yıkıcı olarak görüyor ve “önce Amerika” tabanı da ondan tam olarak bunu bekliyor.
Ancak Trump'ın günün büyük güçleri Rusya ve Çin için net bir şekilde tanımlanmış etki alanlarına sahip nihai olarak daha istikrarlı bir uluslararası düzen vizyonunun ortaya çıkıp çıkmayacağı, hatta böyle bir sonucun arzu edilip edilmeyeceği net değil.